Ebedî Ticaret Yolculuğu: Sermaye, Rehber ve Tehlikeler

image_pdfimage_print

Ebedî Ticaret Yolculuğu: Sermaye, Rehber ve Tehlikeler

İnsan, kâinatın en mükerrem varlığı olarak bu dünyaya gönderildiğinde, kendisine cevapsız gibi görünen büyük sualler tevdi edilmiştir: Nereden geldim? Nereye gidiyorum? Bu dünyadaki vazifem nedir?
Modern felsefelerin ve “medeniyet” dediğimiz beşerî sistemlerin bu suallere verdiği cevaplar, çoğu zaman insanı fani bir hayatın tesellilerine hapsetmiştir. Ancak hakikat, bize gönderilen ilahî mesajlarda ve fıtratımızın derinliklerinde yankılanır. Bu hakikat şöyle ifade edilir:
> “Demek insan, bu dünyaya yalnız güzel yaşamak için ve rahatla ve safa ile ömür geçirmek için gelmemiştir. Belki azîm bir sermaye elinde bulunan insan, burada ticaret ile, ebedî daîmî bir hayatın saadetine çalışmak için gelmiştir. Onun eline verilen sermaye de ömürdür.” (Lem’alar – 206)
>
Bu, varoluşumuzun en mantıklı ve hikmetli tasviridir. Bizler, bu dünyaya zevk ve safa sürmeye değil, “ebedî bir ticaret” yapmaya gönderildik. Elimizdeki en kıymetli ve geri dönülmez “sermaye” ise “ömür”dür. Tıpkı bir kervanın yola devam etmesi gibi, biz de durdurulamaz bir “sevkıyat” içindeyiz. “Biz gidiyoruz… Aldanmakta faide yok.”
Ebedî Rehber ve Fani Kanunlar
Peki, bu ebedî ticaretin ve tehlikeli yolculuğun rehberi nedir? İnsan, kendi aklıyla ve tecrübesiyle mi yolunu bulacaktır?
Tarih, bu suale ibretli bir cevap verir. İnsan aklından çıkan “medeniyetin kanunları”, zamanın geçmesiyle yıpranır, eskir ve nihayetinde ölüme mahkûm olur. Dün alkışlanan bir ideoloji, bugün tenkit (eleştiri) edilir; dün sarsılmaz sanılan bir nizam, bugün yıkılır. Çünkü beşerî kanunlar, fani olan insanın zaaflarıyla doludur.
Ancak bu ticaret ebedî olduğuna göre, rehberi de ebedî olmalıdır. Bu noktada Kur’an’ın farkı ortaya çıkar:
> “Evet Kur’an’ın düsturları, kanunları, Ezelden geldiğinden ebede gidecektir. Medeniyetin kanunları gibi ihtiyar olup ölüme mahkûm değildir. Daima gençtir, Kuvvetlidir.”
>
Kur’an’ın hükümleri, zamanın ihtiyarlamasıyla ihtiyarlamaz. O, “daima gençtir”; çünkü fıtratın değişmez esaslarına hitap eder. Ebedî bir saadeti kazanmak isteyen bir tacir, sermayesini fani ve ölüme mahkûm rehberlere değil, Ezel’den gelen ve Ebed’e giden bu ebedî ve “kuvvetli” rehbere teslim etmelidir.

Yolculuğun En Büyük Tehlikesi: Küçük Şeylerde Boğulmak
Bu ticaretin kârı ebedî saadet olduğu gibi, tehlikesi de o nisbette büyüktür. İnsana “dünyayı yutan büyük letâifler” (latif duygular, kabiliyetler) verilmiştir. Kalp, akıl ve ruh gibi her bir aza, ebediyeti kazanacak birer cihazdır. Ancak şeytan ve nefis, bu azîm sermayeyi çok “küçük” ve “ehemmiyetsiz” görünen şeylerle batırmaya çalışır.
> “Madem öyledir, hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork. BİR LOKMA, BİR KELİME, BİR DANE, BİR lem’a, BİR İŞARETTE, BİR ÖLMEKTE BATMA. Dünyayı yutan büyük letâiflerini onda batırma. Çünkü çok küçük şeyler var, çok büyükleri bir cihette yutar.” (Lem’alar – 136)
>
Bu, ibretlerin en büyüğüdür. Muazzam bir gemiyi batıran, bazen gözle görülmez bir sızıntıdır. “Bir lokma” haram, kalbi öldürebilir. “Bir kelime” gıybet veya inkâr, imanı sarsabilir. Fani bir güzelliğe “bir işaret” veya “bir lem’a” (parıltı) nazar (bakış), insanın ebedî saadetini tehlikeye atabilir. Bu yüzden ebedî ticaret yolcusuna düşen, “hazer etmek” (sakınmak) ve attığı her adımı “dikkatle basmaktır.”
Kervandaki Diğer Yolcular: Uhuvvet ve Islah
Bu ebedî sevkıyat kervanında yalnız değiliz. Diğer mü’minler, bizim yol arkadaşlarımızdır. Bu arkadaşlığın da bir hukuku vardır. Ebedî sermayesini kurtarmaya çalışan bir mü’min, diğer yolculara karşı nasıl davranmalıdır?
> “Mü’min, kardeşini sever ve sevmeli. Fakat fenalığı için yalnız acır. Tahakküme değil, belki lütufla ıslahına çalışır.”
>
İmanın aslı (esası) sevgidir. Mü’min, kardeşinin zatını ve imanını sever. Ancak o kardeş bir hataya düştüğünde, onun “fenalığı” için nefret etmez, “yalnız acır.” Tıpkı eline batan bir dikenden dolayı eline kızmayıp, dikeni çıkarmaya çalışması gibi. Çözüm “tahakküm” (baskı kurmak, zorbalık) değildir. Zira tahakküm, nefreti doğurur. Çözüm, “lütufla ıslahına çalışmaktır.” Bu, ebedî kervanın nizamıdır.
Küllî Mücadele: İhya ve Tamir Faaliyeti
Bu ticaret, sadece ferdî bir kurtuluş mücadelesi değildir. Tarihî ve küllî bir boyutu da vardır. Bu ebedî rehber olan Kur’an ve Sünnet-i Seniye, tarih boyunca daima “tahribatçı” akımların hedefi olmuştur.
> “Hazret-i Mehdi’nin cem’iyet-i nuraniyesi, Süfyan komitesinin tahribatçı rejim-i bid’akâranesini tamir edecek, Sünnet-i Seniyeyi ihya edecek…” (Mektubat – 29. Mektup)
>
Tarihî süreçte, şeriatı ve imanı “tahribe çalışan” bid’at (dine sonradan sokulan) rejimler ve komiteler (“Süfyan komitesi”) daima var olmuştur. Bunlar, insanların ebedî ticaret sermayesini çalmaya çalışan manevî yol kesicilerdir.
Buna mukabil, bu tahribatı “tamir edecek” ve unutulan Sünnet-i Seniyeyi “ihya edecek” (diriltecek) nuranî bir cemiyet (“Hazret-i Mehdi cem’iyeti”) de bu mücadelenin karşı kutbudur. Bu mücadele, kaba kuvvetle değil, “mu’cizekâr manevî kılınçla”, yani iman hakikatlerinin ve ilmin kuvvetiyle olacaktır.
Her mü’min, hem kendi ebedî ticaretini kurtarmakla hem de gücü nispetinde bu küllî tamir ve ihya faaliyetine katılmakla mükelleftir.

📖 Makalenin Özeti
Bu makale, insanın dünyaya geliş gayesinin “ebedî bir ticaret” olduğunu ve bu ticaretin sermayesinin “ömür” olduğunu vurgulayarak başlar. İnsanın güzel vakit geçirmek için değil, ebedî saadeti kazanmak için gönderildiği belirtilir.
Bu ticaret yolculuğunda, beşerî “medeniyet kanunları”nın aksine, “daima genç ve kuvvetli” olan tek rehberin, “Ezelden gelip Ebede giden” Kur’an düsturları olduğu ifade edilir.
Makale, bu ebedî ticaretteki en büyük tehlikenin, “bir lokma” veya “bir kelime” gibi “küçük şeyler” olduğunu; bu küçük hataların, “dünyayı yutan büyük letâifleri” (insanın manevî kabiliyetlerini) batırabileceğini belirterek ibretli bir uyarıda bulunur.
Yolculuktaki sosyal ahlâk ise, mü’minin kardeşini sevmesi, onun hatasına “tahakkümle” (baskıyla) değil, “lütufla ıslah” etmeye çalışması ve günahı için ona “yalnız acıması” olarak tasvir edilir.
Son olarak, bu mücadelenin sadece ferdî değil, aynı zamanda küllî olduğu; tarih boyunca Sünnet-i Seniyeyi “tahrip” etmeye çalışan akımlara karşı, “ihya” ve “tamir” vazifesi gören “manevî” bir mücadelenin (Mehdi ve Süfyan mücadelesi) de devam ettiği belirtilir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
13/11/2025

Loading

No ResponsesKasım 14th, 2025